Altuntaş, yaptığı açıklamada, “Dünya Lenfoma Farkındalık Günü” olarak tespit edilen 15 Eylül’de her yıl çeşitli etkinlikler düzenlendiğini, bu yıl “Küçük Şeyler Güven Yaratır” temasının belirlendiğini söyledi.
Lenf sistemi kanseri olan lenfomanın, lenfosit denilen kan hücrelerinin lenf bezlerinde aşırı çoğalması sonucu ortaya çıktığını anlatan Altuntaş, kötü huylu lenfositlerin lenf bezleri dışında dalak, karaciğer, kemik iliği ve diğer doku veya organlarda da çoğalabildiğini belirtti.
Altuntaş, hastalığın lenf düğümlerinde ve dalak gibi lenfoid dokularda ortaya çıkabildiğini veya mide, bağırsak gibi organlardaki lenf dokusundan kaynaklanabildiğini belirterek kötü huylu lenfoid hücrelerin kan ve lenf dolaşımı aracılığıyla vücudun diğer kısımlarına da yayılabildiğine dikkati çekti.
Lenfoma gelişiminde risk faktörlerinin genetik, immünsüpresyon, çevresel faktörler, virüsler, bakteriler, parazitler, kimyasal ve fiziksel ajanlar, radyasyon, kemoterapi, kolajen doku hastalıkları, bağışıklık sisteminin bozulması ve bağışıklık sistemi hastalıkları olarak sıralandığını ifade eden Altuntaş, sigara ve diğer tütün ürünlerinin kullanımının da en önemli risk faktörleri arasında olduğunu vurguladı.
Altuntaş, Türkiye’de tüm lenfoma çeşitlerinin görülme sıklığının yaklaşık 100 binde 10 olduğunun tahmin edildiğini aktararak “Lenfoma hastalığı yaş ile artış gösteren bir kanser türüdür. İleri yaşlara gelince görülme sıklığı 100 binde 60’a kadar çıkabilmektedir. Tüm dünyada 1 milyondan fazla lenfoma hastası yaşamakta olup her gün 1000’in üzerinde yeni lenfoma tanısı konulmaktadır” diye konuştu.
Hastalığın boyun, koltuk altı, kasık gibi yerlerdeki lenf bezesinde büyüklük, vücutta 38 derece ve üzerinde yüksek ateş, kilo kaybı, özellikle diyet yapmaksızın son altı ay içinde mevcut vücut ağırlığında yüzde 10 ve üzeri kayıp, gece terlemesi, ciltte kaşıntı, halsizlik, yorgunluk, düşkünlük ve tutulan organa ait herhangi bir bulgunun lenfoma belirtisi olabileceğini belirten Altuntaş, sözlerine şöyle devam etti:
“İlk şikayet çoğu kez lenf bölgelerinde ortaya çıkan ağrısız bir şişliğin fark edilmesi şeklindedir. Hodgkin lenfomada bu şişlik özellikle sıklıkla solda köprücük kemiği üzerinde yerleşimlidir. Koltuk altı ve kasıktaki lenf düğümü bölgelerinde de büyüme olabilir. Az sayıda hastada ise lenf düğümü büyümesinin yaygın olduğu görülür. Göğüs kafesi içinde ya da karın boşluğu içindeki lenf düğümlerinde de büyüme olabilir. Bunlar bası nedeni olacak büyük kitleler oluşturuyorsa nefes darlığı, yüzde ve boyunda şişme ya da karında şişlik, ele gelen kitle, karın ağrısı gibi şikayetlere yol açabilir. Fizik muayenede karaciğer ya da dalak büyüklüğü saptanabilir.”
Prof. Dr. Altuntaş, tedavide erken tanının çok önemli olduğuna işaret ederek “Erken teşhis çok önemlidir. Ağrısız, lastik kıvamında hareketli lenf bezesi şişliği, beraberinde yüksek ateş ve kilo kaybı durumunda hemen sağlık kuruluşuna başvurmak gerekmektedir” uyarısında bulundu.
Tanı koymak için mutlaka tutulmuş bölgeden biyopsi yapılması gerektiğinin altını çizen Altuntaş, kesin tanının patolojik inceleme sonucunda konulduğunu söyledi.
Altuntaş, lenfomanın tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu belirterek “Lenfoma kür şansı yüksek olan yani tedavi sonrası tekrarlamayacak kanser türlerinden biridir. Lenfoma tedavisi kemoterapi ve immünoterapilerle, seçilmiş vakalarda ise radyoterapiyle yapılmaktadır. Güncel olarak lenfoma tedavisinde dünyadaki ve Türkiye’deki çalışmaların amacı lenfomanın yüksek tansiyon, şeker hastalığı gibi kontrol edilebilen kronik bir hastalık haline getirmektir” dedi.
Lenfomada yeni tedavilerin de umut verici olduğu değerlendirmesinde bulunan Prof. Dr. Fevzi Altuntaş, şunları kaydetti:
“Lenfoma, aynı tip hastalığa sahip hastalar arasında bile belirgin farklılıkların görüldüğü heterojen bir grup hastalıktır. Lenfomada hem hastalık hem tedavi hem de hastalığın iyileşme süreci kişiye özgüdür, adeta parmak izi gibi herkesin hastalığı ve seyri bir diğerinden farklıdır.
Lenfomanın hastaların birçok soru, endişe veya şüphe ile belirsizlik içinde yaşamasına veya bu duyguyu hissetmesine neden olabildiğine işaret eden Altuntaş, “Psiko-onkoloji alanında yas reaksiyonu ve uyuma yönelik normal sayılan ruhsal değişiklikler yaşanabileceği gibi depresyon ve kaygı bozuklukları gibi yaşam kalitesini, hasta deneyimini ve tedavi başarısını olumsuz yönde etkileyen psikolojik bozukluklar da görülebilmektedir” diye konuştu.
Fevzi Altuntaş, şunları kaydetti:
“Psikososyal sorunlar tedaviyi bırakma, tedaviyi aksatma, boşanma ve kayıp gibi ağır tablolara yol açabilmektedir. Bu nedenle lenfoma tedavisinde hastalara hem psikolojik hem de sosyal destek her kanser tedavisinde olduğu gibi önemli ve gereklidir.
Bilimsel araştırmalarda bilgilendirme, bilinçlendirme veya farkındalığın artırılmasıyla sosyal destekten kaynaklanan güvenin, hastaların sağlık hizmet süreçlerini daha iyi sürdürmelerine, yaşam kalitesi ve sağ kalım sürelerinin daha iyi olmasına yol açtığı gösterilmiştir. Psikolojik ve sosyal destek alan hastalar daha umutlu yaşadıkları ve hayata daha olumlu baktıkları için hastalığın tedavisinde başarı şansı da artmaktadır.”